Ayın Kitabı
“Mojo’ya,
Ne çok isterdim dünyayı senin gözlerinle görmeyi, senin kalbinle sevmeyi…”
N. Ahmet Erözenci, Ayrıntı Yayınlarından çıkan son kitabı “Bulanık Adam”da, okurun kulağına, seksen yaşlarının sonuna yaklaşan A’nın, kendisine bahşedilmiş tek hayatın korkuyla yaşandığında nasıl büyük bir kandırmacaya dönüştüğünü anlamasıyla, yaşam sonrasına ait asıl cezanın cehennemde yanmanın çok ötesinde olduğunu fısıldıyor.
“Ademoğlu soyundan gelenlerin düşüncelerini içinde saklaması, duygularını yaşamaması, ağzı bir şey söylerken dimağında aksini konuşması, ruhunun istediği yaşamı yaşamaktan bedenini alıkoyması, kendini yaşamaması, yani ezcümle kendini kandırmasıdır ki, ağaçlar, böcekler, kuşlar ve bilcümle diğer hayvanlar, meyveler, deniz, toprak, dağlar, gökyüzü ve bilcümle doğanın bin bir değişimini yaratmış olan dahi hemcinslerin ile uyum içinde yaşaman için sana nefes vererek yeryüzüne gönderen Rab’bine karşı işleyeceğin en büyük, affı nâmümkün günah budur ve sen kendini aldatarak O’na, onun ruhuna karşı geliyorsun demektir”
Korkuyla katledilmiş bir hayatın sorumlusunun işlediği cürüm için hafifletici sebepler bulmaya çalışan savunma makamının, jüriyi ikna etmeye çalışırken aslında kendisinin de inanmadığı bir sav olarak çıkıyor kitap karşımıza.
Romanın baş karakteri A, sevme ve sevilmenin berraklığını, dostluğa korkusuzca teslim olmayı becerebilen köpeği Mojo üzerinden biraz imrenerek biraz hayranlıkla anlamaya ve anlatmaya çalışıyor.
Mojo’nun sevgisinin gücünü bu teslimiyetle açıklarken, insanın kendisine söylediği yalanların ruhu öldüren suç aletleri olduğunu vurguluyor.
Bulanık adam birçok açıdan adı gibi bulanık bir roman. Anlatıcı, metnin ana karakteri ve onun yazmakta olduğu karakterin iç içe geçtiği bulanık kimliğin okuyucunun imgeleminde de birbirinin içine geçerek var olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda bu bulanıklık, roman boyunca sözü edilen kavramların da birbirine bulaşmasıyla okura bolca var oluşsal soru sorduruyor.
Romanın ana karakteri A, bir yandan yalnızlığa övgü gibi anlaşılabilecek cümlelerle kendine nasıl yetebileceğini anlatmaya çalışırken, bir yandan da bir köpeğin varlığının yalnızlığın acısını nasıl hafiflettiğini, insanın ihtiyacı olan sevgiyi almak için çoğu zaman ne kadar çaresiz ve kırılgan olabileceğini gösterip, roman boyunca kendi yanılgılarını teker teker ifşa ediyor.
A yazmaya çalıştığı ancak bir türlü yazamadığı romanında, sözcüklere olan güveninin kaybolmasını tutkuyla olan ilişkisi üzerinden anlatıyor. Tutkusunu kaybetmiş olan A, tutkuyu yerişiyle başlayan iç konuşmalarında, yaşadığı hayal kırıklığının bedelini küstüğü kelimelere ödetmeyi tercih ediyor. Her zaman kaçmayı tercih etmiş karakter maalesef yaşamının sonuna yaklaşırken değişimle yüzleşmekten yine kaçıyor ve belki de eline geçen son fırsatı, yani romanını dürüstçe yazmayı da böylece kaçırmış oluyor. Kitabının kahramanı olacak Bulanık Adam’ın da, hayatının boşa geçtiğine inanan, geçmişine baktığında her şeyi “kameranın odaklanmayı unuttuğu bir film gibi bulanık görmeyi” isteyen bir karakter olması, A’nın pişmanlığını ve yüzleşme korkusunu bu kez de yarattığı karakter üzerinden anlatıyor.
Sözcüklere güvenmeyen A, Mojo’nun davranışları üzerinden basitliğe, doğruya ve netliğe vurgu yaparken, belki de yaşamı boyunca onların sorumluluğunu taşıyamadığı için onlara haksızlık yapmayı tercih ediyor. Sözcüklerin mühür gibi ağızdan çıktığı anda insanı bağlayan, arkasında durmayı cesaretle gerektiren varoluşsal değerlerden olduğunu yadsıyarak, her zaman yoruma açık ve inkâr edilebilen davranışlara sığınmayı belki de bir yazarın çelişkisi olarak ortaya koyuyor.
Stanley Cowell, Kral Lear üzerine kaleme aldığı bir denemesinde “Avoidance of Love: A Reading of King Lear.”* (Sevgiden Doğan Sakınım: Bir Kral Lear Okuması), “Tragedyayı doğuran şey, dünyanın bizi değişime maruz bırakmasına izin vermektense, onu katletmeyi yeğlememizdir.” der. Hayal kırıklığının ve hüsranın ancak değişimi göze alabilecek insanlar için bir fırsat olduğunu vurgular. Oysa A ve yazmakta olduğu bulanık adam, bulanık sularda ilerleyerek hüsrandan kurtulmaya çalışırlarken bir gelecek vaadine, bir değişim, dönüşüm vaadine tutunmaya çalışmayı düşünmezler. Yol gösterici bir köpeğin saf sevgisi bu dönüşümün görünmeyen eli gibi uzanırken, karakterin tek yapması gereken korkusuzca tuttuğu o el gibi, kendisine uzatılacak diğer elleri de dürüstçe tutmaktır.
A, Mojo’nun asla hüsrana uğratmayacak sevgisi üzerinden kurduğu hayalde koşulsuz sevginin özlemini çeker. Böylece okurun hüsran şüphesinin sevgiye kattığı değeri düşünmesine neden olur. Gerçekliğin önemini küçümseyerek düştüğü yanılgıyla, okurun daha cesur olarak gerçekle baş etmek için neleri göze alması gerektiğini gösterir. İnsanın deneyimden bir şeyler öğrenme ihtiyacını bu dünyada yaşamakla bağdaşır kılmanın yolunu bulmasının bir cesaret ve yüzleşme problemi olduğunu okura anlatır.
Başkaları ne der diye yaşanan bir yaşamda, yalanlarla gizlenen duyguların kapadığı kapıların arkasında en büyük günahı işlerken, “ruhun istediği, bedenin arzuladığı yaşamı yaşamamanın” bedelini artık yanında olmayanlara okumayacakları, göndermeyeceği mektuplar yazarak ödemeye çalışan A, yeryüzünde geçirdiği zamanının yaşanmamışlığına ait kısmına ağıt yakar, unuttuklarıyla hiç yaşamadıkları arasında sıkışıp kalmayı da zamanın bir oyunu olarak görür.
Ahmet Erözenci Bulanık Adam’da sevgi, zaman, cesaret, tutku, dürüstlük, pişmanlık, acı, teslimiyet gibi birçok kavramı sorgularken okuru da kendisiyle yüzleşmeye davet ediyor.
*Must We Mean What We Say? -1969, Stanley Cowell