Aziz Işık
Apartmanlar sitelerle Avrupayi bir görünüm kazanmış bir sokak, içinde yüzlerce daire, yüzlerce aile. Birbirinin kapısını çalmayan hal hatır sormayan yolda görünce kafasını çeviren suratlar. Avrupa şehri ya burası, kimse kimsenin ne işine ne özgürlüğüne müdahale ediyor hepsi elit kesim. Yan evlerde tek tük kentsel dönüşüme uğramamış bir ya da iki müstakil gecekondu var onların da önüne konuluyor belediyenin çöp konteynerleri. Çünkü sitede apartmanda oturanlar rahatsız oluyorlar kokudan ve görüntü kirliliğinden. Hafta sonu bir gün, bakmışsın sonsuzluğa varmışsın, mahallenden belki de ilk defa arabasız geçen bir zengin kadının veya adamın o güzel zengin burnunu kapatmasıyla anlaşılmış leş kokusu. Belediyeye haber salıyor mahalle kokudan geçilmiyor diye. Gelip geçenler de yolunu değiştiriyor pis kokuyu almamak için. Sonra Belediye ekipleri geliyor; onlar ilk önce çöp tenekesine ve evlerin bahçe duvarlarından içeri bakıyorlar, bir hayvanın ölmüş ihtimaliyle leş arıyorlar. Bulamayınca eve yaklaşıp kapının yanında beklediklerinde anlıyorlar evin bir çöp ev olduğunu. Muhtara haber veriyorlar sonra. Bu evde kim oturuyor; cezai işlem uygulayacağız mahalleye verdiği rahatsızlıktan dolayı diye. Muhtar çaresizce bakıyor listesine burada yalnız yaşayan bir yazar vardı diyor. Sonra savcılıktan izin bekleniyor. Kokuyu duymamak için evin uzağına gidiyor emekçi kardeşlerim. Ne bilsinler ki içerdekinin yalnızlıktan öldüğünü. Yarım saat geçiyor izin geliyor, muhtar, polisler ve itfaiyeciler ambulans şoförüyle birlikte kırıyorlar kapıyı. Elli kiloluk adam yüz elli kilo gibi gözüküyor şişkinlikten. Biri ona bakıyor, diğeri bir başkasına! Cesedi almak bile dert oluyor onlara. Bu koku mahalleden çıkmaz bir hafta boyunca diyorlar. En sonunda halktan biri “kaldıralım artık yazıktır günahtır” diyor. El birliği ile kaldırıyorlar, cenazeyi ambulansa bile almak istemiyorlar koku çıkmaz diye. Yoldan geçen bir nakliye arabasını çağırıyorlar, veriyorlar ortaklaşa parasını adli tıbba götürtüyorlar. Kurtuluyor mahalle bir garibandan daha; peşi sıra yüksek apartmanların olduğu sokakta kimse kimseyi tanımıyor artık. Ertesi gün cami’nin hoparlöründen duyuyorlar falanca kişi öldü diye. Sonra her taraf akraba eş, dost, arkadaşla doluyor taşıyor, son görevini yerine getirmek için samimiyetsizce ağlamalar ağıtlar yakılıyor. Namaza duranlar arasında başlıyor dedikodu: “Bana borcu vardı, zaten üçkâğıtçının tekiydi, adam zaten çok çekmişti, öldü de kurtuldu.” Sonra fatiha okunuyor, hep birlikte dualar ediliyor. Yarım saat sonra kimse kalmamış kabrin başında. Aile tek başına kalıyor ama onun evinde değil ha! Çünkü orası kokuyor. Büyüklerden birinin evinde ağlanıyor, sızlanıyor. Ev kirası, elektrik borcu, bakkala borcu konuşulmaya başlanıyor. Onu da aileden varlıklı olan üstleniyor son görev için. Sonsuzluğa vardın, ölümsüzlüğe ulaştın. Bir daha çile yok, yalnızlık hiç yok…