Kritimu

Kiritimu-kitap

Sâba Altınsay’ın ilk romanı” Kritimu, Girit’im Benim”, Lozan Mübadelesiyle ilgili bir metin olarak, süreç boyunca yaşananlara ve öncesine, Anadolu’dan değil Girit’ten bakarak farklı, çok da tanıdık olmayan bir olay döngüsüyle yaklaşıyor. Roman’ın merkezinde yazarın kendi ailesinin köklerini anlatmasının ötesinde Girit ve Giritliler bulunuyor.

Daha romanın ilk sayfalarında yazarın, “Hanya! Tekmil Girit kentlerinin en alımlısı! Resmo’nun okuryazarlığına burun kıvırır, olsa olsa İsfakiye’nin delişmenliğine gönül verirdi kent. Hanya’nın narin kalbi, sevse sevse Resmo’dan çok, İsfakiye’yi severdi. Hanya! Girit’in en güzeli!” diyerek anlattığı Girit başkentini, romanın baş kahramanı da sevgilisinin özellikleriyle yan yana getiriyor ve iç içe geçen tasvirlerle şehrin ne zaman sevgili, sevgilinin ne zaman şehre dönüştüğünü okurun keşfine bırakıyor.

Roman mübadelenin yirmi beş sene öncesinden başlıyor, Giritli Müslüman ve Hıristiyan halkların birbirlerinden kopuşlarına kadar uzanan mücadelelerini mercek altına alıyor. Altınsay, bir yandan kahramanı Yarmakamakis’i gençlik yıllarından başlayıp Girit’ten ayrılana kadar izlerken diğer yandan Türkler’in ve Yunanlılar’ın yüz yıllar boyunca “aynı mahallenin çocukları” olduklarının üzerinde durarak, doğumlarını birlikte kutlayan, ölülerini birlikte gömen bu iki halkın politik sebeplerle sürekli karşı karşıya gelişini ve siyasi çekişmelerin ince hesapları ardında yaşanan insani öyküleri su yüzüne çıkarıyor.

1898 – 1923 yılları arasında geçen dönemi hem tarihi hem de bireysel iniş çıkışlarla anlatan roman, insani duyguların inanç ve milliyet ayırmadan yaşandığını, aşkın, kayıpların, dostlukların – kısaca hayata anlam katan gerçek değerlerin öğrenilmiş kalıplarla nasıl zarar görebileceğini vurgularken, okuru “İnsanın doğduğu toprak ile gömüleceği toprak aynı toprak olmayacaksa, ne kalır ki geriye, ölürken, yaşamdan?” sorusuyla karşı karşıya bırakıp, toprağa, aileye, topluma aidiyetin ötekileştirme tuzağına nasıl düştüğünü, hem gidene hem kalana bıraktığı yokluk duygusunun nesillerce nasıl içe kazındığını bize anlatarak “Göç”ün gerçek anlamıyla yüzleşmemizi sağlıyor.

Sâba Altınsay’ın karakterleri güçlerini anlatılan hikâyenin gerçekliğinden alsa da yazarın kullandığı dil ve kurgusunun gücü okuyucuyu gerçek kadar roman, roman kadar gerçek bir dünyanın içinde gezdirirken, özellikle Girit’e ait betimlemeler ve kişileştirmeler metne ayrı bir tat ve edebi zenginlik katıyor. Bir nokta geliyor ki okuyucu romanın baş kahramanı İbrahim Yarmakamakis ile Girit’i duygusal olarak birbirinden ayıramıyor, aynı karakterde birleştiriyor. Kayıpların acılarını taşıyan, bir parçası hep eksik kalan bu karakter okurun içine işliyor, hikâyenin içindeki yolculuğa eşlik etmesini kolaylaştırıyor.

Bin dokuz yüz yirmi üç yılının yirmi üç kasım sabahı, Hanya Limanı’na çökmüş ayrılık acısının dili olan Sabâ Altınsay, kitabını hem ailesine hem de tüm Giritlilere ithaf ederken, bizi adeta İbrahim ve ailesinin bindiği gemiye bindiriyor ve kıyıdan uzaklaştıkça Girit’e doğru akan o acı dolu feryadı kulaklarımıza fısıldıyor:

“Kritimu! Benim güzel adam!”